Gecenin Izdırabı - Kısa Film
Senaryo ve yönetmen: İsmail Fazıl Atabay
Oyuncular: Macit Çevikalp
Nilay Genç
Samet Dağ
Senanur Çevikalp
Fatma Demir
Göksu Karagöz
Elif Hazal Taşkıngül
Müzik: Yusuf Nişancı
Kerem Atasoy
Set amiri: Raşid Kaptan
Görsel efektler: Emre Zeyrek
Yardımcı yönetmen: Ali Çetin
Yapımcı: Mustafa Uysal
Yapım: Edebya/İFAsnt
PODCAST
20 Ekim 2016
13 Ekim 2016
Kalpten Kalbe Bir Yol Var

Kalpten Kalbe Bir Yol Var
M.Uysal
O gün belediye meclis toplantısı çok gergin başladı. Üyelerin pek çoğunun alnında ter birikmişti. Halit Cafertepeoğlu daha başkan bile yerine oturmadan söze girdi.
-Bu yolun yapımı ilçemizin geleceği için çok önemli bu yüzden ısrarım. Lütfen ana gündemi öne alalım.
Birden bütün bakışlar Halit Beyin üzerine çevrildi. Deri koltuklar terletmeye henüz başlamıştı üyeleri. İçlerinden ellili yaşlarda bir üye öfkeyle karşılık verdi.
-Huzurevinin o tarafa giden yolun senin tesislerinden geçecek olması mı ilçenin geleceği? Bu ne adap bilmezliktir Halit Bey?
Halit Bey daha da gerildi.
-Bu yol geleceğimizi şekillendirecek, hiç lafı eğip bükmeyin beyler. Huzurevine çıkan yol ilçemiz için hayati önemdedir. Bu yolun daha genişletilmesi, sıcak asfalt yapılması acilen gereklidir. Oradaki tesisimin doğrudan devrini bu toplantı sonunda hemen yapıyorum. İşte bu kadar da açık ve netim.
O sırada belediye başkanı yerine oturdu ve üyelere doğru yorgun gözlerini gezdirdi.
-Beyler, buyurun lütfen önce koltuklarımızda dik oturalım ve nefeslenelim. Bu konunun önemine dair ben de bir şeyler söylemek isterim. Bu yol bütün ilçeyi kat ediyor. İlçemizin ana damarlarından birini rahatlatacaktır. Buna katılıyorum. Kreşin bulunduğu alandan doğrudan yukarı doğru Huzurevine bu yolun sorunsuz bir şekilde ulaşması gerekiyor. Lakin… Bir sorunumuz var.
Başkan burada durakladı ve pencereden bakmaya başladı. Canını sıkan şeyler olduğu belliydi. Sanki bu gündem üzerinde durmaktan da değildi bu hal. Alnından süzülen ter, yeni tıraş olmuş yüzüne doğru kaydığında mendilini çıkarıp kuruladı.
-Beyler, burası oldukça sarp bir yokuştur. Kreşin bulunduğu alan çok düzlük ve gayet müsaittir, bunu biliyoruz. Çok açık, geniş, umut dolu bir alandır. Lakin yol huzurevine doğru yöneldikçe dikleşmekte ve kıvrımlara dönüşmektedir. Bu sorunun çözümü hiç de kolay olmayacak. Elbette her zorluğun üstesinden gelebiliriz. Elbette geleceğimizi çok kolay bir şekilde kreşten huzurevine taşıyabiliriz. Bu noktada tereddüt yok. Peki, beyler… O yolu biz de kullanacak mıyız?
Toplantı salonunda havada uçuşan sineklerin sesinden başka ses kalmamıştı. Galiba en kıdemli üye Ahmet Bey ağlıyordu… Onun içli hıçkırıkları bir meltem gibi odada dolanmaya başladı.
11 Ekim 2016
Aşura ve Milyon Sevaplar

Aşura ve Milyon Sevaplar
Mustafa Uysal
Etraflıca değil basitçe bir araştırma ile dahi görülebilecek bir gerçek var ki, aşura ile ilgili bildiklerimizin pek çoğu yalan yanlış şeylerden ibaret. Hatta ismi bile. Aşure değil aşura. Sonradan dilimizde yerleşerek incelmiş ve aşure ismiyle bir yemek çeşidi olmuştur.
Bugünle ilgili bahsi geçen rivayetler epey var. Bu rivayetlerin en büyük bölümü 6 sahih hadis kitabında yer almıyor. Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda ise bu tür rivayetlerin israiliyat olduğunun altı çizilmiş. (İsrailiyat: Eski Yahudi/Hristiyan kaynaklarından sorgulanmadan alınmış ve İslama dahil edilmiş her şey.) O gün tutulan oruçla ilgili senenin tamamını oruçlu geçirmekle eş tutulması gibi şeylerin de dayanağı yine 6 kitabın dışında kalıyor. Şu rivayeti dikkatle okuyalım: ‘Âşûrâ Allah’ın günlerinden bir gündür, dileyen bu günde oruç tutsun, dileyen tutmasın’ buyurmuştur Allah Rasulü.” (Müsned, II, 57, 143) Ramazan orucu emredilince Rasulullah böyle söylemiş. Yani o gün normal bir gün.
Diyanet İslam Ansiklopedisinin “Aşura” maddesini Yusuf Şevki Yavuz hazırlamış ve epey bilgilendirici. Orada örneğin Nuh Peygamberle bu tuhaf yemeğin herhangi bir ilişkilendirilmesine rastlamıyoruz. Hadislerde de bu tuhaf yemeğe rastlamıyoruz. Çok eskilerden beri bir gelenek ve Osmanlı zamanında zirve yapmış.
Alıntılarla devam edelim…
“Âşûrânın menşeiyle ilgili bu iki yorum dışında bazı tarih, hadis ve fıkıh kitaplarında yer alan haberler, bu günü Hz. Âdem’in tövbesinin kabul edildiği, Hz. Yûnus’un balığın karnından çıkarıldığı, Hz. Mûsâ ve Îsâ’nın doğduğu, Hz. Süleyman’a mülkün verildiği, Hz. Dâvûd’un tövbesinin kabul edildiği, Hz. Peygamber’in geçmiş ve gelecek bütün günahlarının affedileceğine dair kendisine Allah tarafından teminat verildiği ve Mekke’den Medineye hicret ettiği gün olarak tavsif ederler (Diyarbekrî, I, 360). Ne var ki bunları ilmen doğrulama imkânı olmadığı gibi bir kısmının yanlışlığı da ortadadır. Meselâ Hz. Peygamber’in Medine’ye hicreti 10 Muharrem’de değil 12 Rebîülevvel’de gerçekleşmiştir. Bunun dışındaki rivayetlerin ise İsrâiliyat*a dayandığı kabul edilmektedir.” (A.G.E) Bugünle ilgili bu söylemler, hocalar ve bilen bilmeyen herkes tarafından her yerde anlatılıyor ve yazılıyor. Anlaşılan o ki, insanlar böyle hikayeleri seviyorlar gerçeğin peşinden gitmek pek de zevkli değil.
Yine aynı yerden alıntı…
“Âşûrâda oruç tutmanın fazileti konusunda sahih hadislerin bulunmasına karşılık o gün yıkanmak, gözlere sürme çekmek, süslenmek, kına yakmak, bayramlaşmak, hububat karışımı aş (aşure) pişirmek, sadaka vermek, mescidleri ziyaret etmek, kurban kesmek gibi fiiller hakkında sahih bir rivayete rastlanmamıştır. Hadis olduğu öne sürülen metinlerin birçoğunun gerçekte hadis olmayıp Câhiliye âdetlerine ve yahudi geleneklerine dayanması kuvvetle muhtemeldir. Zira bu âdetleri Resûlullah’ın ve ashabının yaptığına dair herhangi bir kayıt yoktur. Meselâ, “Âşûrâ günü sürme çeken helâk olmaz”, “Âşûrâ günü gusleden o yıl hasta olmaz” tarzındaki rivayetler son devir kitaplarında yer almış ve İbn Teymiyye’nin ifadesine göre bu gibi hususlar Ehl-i beyt’e buğzeden Nâsibîler tarafından uydurulmuştur (MecmûǾu Fetâvâ, II, 302).” Hakkında hiç kayıt olmayan şeyleri bile varmış gibi kabul etmek hatta bunları dindarlık adına yapmak herhalde hastalıklı bir aklın ürünü olsa gerek. Yusuf Kahraman’ın şöyle bir tespiti var: “Kur'an’ın mücadele ettiği iki tip vardı, hatırlatmakta fayda var; 1- Aklını kullanmayanlar. 2- Aklını kullanmayanları kullananlar.” Bu tespit bu örnekle sanırım daha iyi anlaşılır.
Aşure yemek istiyorsanız bunu anlarım lakin Nuh Aleyhisselam ile ilişki kurarsanız bu büyük bir zulüm olur, bugün yaptığınız o tuhaf karışımla. 950 sene büyük bir azimle tebliğ yapıp karşılığını alamamış büyük bir peygamberin hatırası herhalde bir tatlı ile olmamalıdır. Tamam, gelenektir, yaşatalım ama asla Nuh Aleyhisselam ile hele onun yaşamı ile anılmasın. Onun yaşamı Kur’an’da özetlenmiştir ve hiç de aşureye benzememektedir. Onu anmak isteyen Kur’an’a baksın ve görsün. Görsün ki, Nuh nasıl bir örnektir.
Dahası bugünlerin siyasi yönü var…
O yönüne hiç girmek istemiyorum zira hiçbirimizin sorumlu olmadığı o şahadet günü vesilesiyle türlü düşmanlıklar yaşatılmaya çalışılıyor ve olmadık kan revan görüntüler yayılıyor etrafa. Buna hiç girmek istemiyorum.
Sanırım bir gazete köşesi ile ilim elde etmeyi düşünmüyorsunuz. O yüzden gidip daha detaylı öğrenmek için bu sadece bir giriş olabilir ancak.
10 Ekim 2016
En Değerli Hediye
En Değerli Hediye
M.Uysal
Toplumların ayakta kalabilmesi için mücadele ruhlarının
devam etmesi gerekiyor.
Eskilerin anlattıkları ile yenilerin yaşadıkları birbirini
tutmuyorsa sorunlar var demektir. Bir yanıyla baktığımızda bu cümle kritik
edilebilir. Eskilerin anlattıkları ile yenilerin yaşadıkları tutmayabilir bir
yönüyle fakat pek çok yönüyle tutmalıdır. Zira bir kopmuşluk vardır bu durumda.
Elbette iki nesil arasında bile kopukluk normal karşılanabilir. Lakin hangi
dereceye kadar?
Bu kopukluğun hangi dereceye kadar toplumu kesintisiz devam
ettireceğini iyi bilmeliyiz. Eksik olan nedir ki bu kopukluk derinleşiyor?
Birkaç eksiklik tespit ettim.
Bunlardan ilki ahlak…
Aileler ahlakın genetik miras olduğunu düşünüyorlar. Ahlak
nesiller arası geçişli değildir. Onun en sağlam temellerle birebir örneklikle
devam ettirilmesi gerekir. (Temel sorun burada zaten. Zira bir önceki kuşağın
ahlakıyla devinen ahlak bir sonraki nesilde bambaşka bir şeye dönüşüyor. Tam
olarak temel ahlak problemi var dünyada. Ahlak görecelidir, sloganı ile bir
ahlaksızlık ve kaos ortamı inşa ediliyor.) Bir önceki neslin ahlakını
şu haliyle istemiyorum. Evrensel temellere dayanan bir ahlakı burada ve şimdi biz inşa
etmeliyiz. (Evrensel ahlak yasaları göreceli değildir. Her yerde aynıdır.
Kaynağı konusunda hangi ayrılığa düşerseniz düşün neticede ilahidir.)
İkincisi eğitim…
Yine aileler eğitimin tek başına her şeyi
halledeceğini düşünüyorlar. Eğitim ve öğretim nesiller arası uçurumu kapatacak
unsurların başında değil maalesef. Fakat bu uçurumun genişleticisi olarak
başrolü oynuyor. Eğitim ve öğretim sistemimiz (Aslen bizim değil ama biz
kullanıyoruz.) tamamen toplum kurgusunu yok etmek üzerine yapılandırılmış.
Üçüncüsü hedef…
Hedefsiz ve mutsuz bir topluma evrildik. Bu evrim, evrim
teorisinin kötüden iyiye doğru çizgisinin de dışında hep kötüye doğru oluyor.
Hedef küçültüyoruz. Toplumun hedef küçültmesi kendini küçültmesi ve
parçalanmasını netice verir. Hedef küçültme ile neyi kastediyorum? Aslında buna
tersinden hedef büyütme de diyebiliriz. Toplumlar artık kişisel olanı ve mutluluğu
hedefliyorlar. Kendilerini büyütüyorlar. En mutlu olabilmenin hedefindeler. Gözlerini buraya dikiyorlar.
Kaf dağında zümrüd-ü anka hedefi olsa belki bir nebze umudu olabilecek bu
toplum ebedi mutsuz olmanın ilk adımını atmış bulunuyor bu hedefle. Küçük bir
hedefe razı olmuyoruz artık. Bu küçük hedef bir başkasının adaletine talip
olmaktır. Bu kadar kolay ve küçük bir hedef toplumu bir arada tutmaya yeteceği
gibi o toplumu önder yapmaya da yeterli.
Çocuklarınıza bu üç şeyi nasıl verebileceğinizi
düşünebilirsiniz.
Düşünebilirsiniz…
Sahiden diyorum. Bu yeteneğiniz potansiyel olarak var.
Sadece biraz gayret etmeniz gerekiyor. Zamanı doğru kullanırsanız düşünmeye de
fırsat bulabileceksiniz. Boş zamanlarınızda düşünün örneğin, asla kitap okumayın
boş zamanlarda. En boş zamanınız düşünmeye ayrılmış olan olsun. Buradan
başlayabilirsiniz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)